Avrupa’da Köktencilik ve Şiddet Eylemleri Nasıl Oluşuyor?

Avrupa’da Köktencilik ve Şiddet Eylemleri Nasıl Oluşuyor?
10.12.2020
22.416
A+
A-

Sakarya Üniversitesi Akademik ve Sosyal Gelişim Merkezi (SASGEM) tarafından düzenlenen konferanslarda bu hafta “Avrupa’da İslam ve Köktencilik: Gençleri Şiddete Götüren Faktörler” konusu ele alındı.

Pandemi dolayısıyla çevrimiçi olarak düzenlenen konferansa Avusturya Viyana Krems Uygulamalı Eğitim Bilimleri Üniversitesi öğretim üyesi ve aynı zamanda SAÜ İlahiyat Fakültesinin ilk mezunlarından Prof. Dr. Adem Aygün konuk oldu.

Prof. Dr. Adem Aygün, konuşmasında insanları şiddete yönelten aşamaları bilimsel bir temelde açıklayarak, bu bağlamda gençleri şiddete yönelten faktörleri anlattı.

Yapılan araştırmalarda 2017 yılında Avrupa’da 26 milyonun üzerinde Müslüman yaşadığının ve bunun Avrupa’nın toplam nüfusunun yüzde 4.9’una denk geldiğinin belirlendiğini aktaran Aygün, Müslümanların sömürge tarihi, iş gücü göçü ve mülteci akını olmak üzere üç dönem şeklinde Avrupa’ya göç ettikleri bilgisini verdi.

“İslam adına yapılan şiddet eylemleri Avrupa’da korkuya neden oluyor”

Uzmanlar tarafından Avrupa’da Müslüman nüfusun sürekli artarak devam edeceğinin öngörüldüğünü belirten Aygün, İslam adına yapılan şiddet eylemleri ve terör saldırıları gibi olayların Avrupa toplumlarında endişe ve korkuya neden olduğunu, bu nedenle ortaya çıkan ayrımcılık, İslamofobi ve ötekileştirme hareketlerinin Müslümanların toplumsal hayata katılımını derinden etkilediğini ifade etti. Şiddet ve terör eylemlerinin Avrupa’da İslam’a ve Müslümanlara karşı ön yargı oluşturduğuna değinen Aygün, bu nedenle Avrupalıların özellikle göçmenlere ve yeni mülteci akınlarına karşı daha hassas olduklarını ve Müslümanları istemeyenlerin oranının arttığını kaydetti.

“Müslümanlar AB’de demokratik kurumlara güveniyor”

Bu konuda yapılan anketlerden de söz eden Aygün, “Avrupalılar, son mülteci akınının şiddet olaylarına ve İslam adına yapılan terör saldırılarına yol açabileceğinden korkuyorlar. AB’deki Müslümanların birçoğu yaygın taciz ve ayrımcılığa maruz kalsalar bile demokratik kurumlara büyük güven duyuyorlar. Yapılan son araştırmalar halkın tutumlarının son 10 yılda çok değiştiğini gösteriyor. Anket sonuçları, Müslümanların yaşadıkları toplumlara entegre olmadıklarına dair popülist ve yabancı düşmanlığını körükleyen aşırı uçların iddialarını da geçersiz kılıyor. Çünkü Müslüman nüfusun demokratik kurumlara olan güveninin genel nüfusa oranla daha fazla olduğu görülüyor” dedi.

İstenmeme durumunun Müslümanların yaşadıkları toplumda işgücüne katılımını azalttığına işaret eden Aygün, “Bir ülke ne kadar varlıklı olursa, farklı ülkelerden göç çok önemli olmuyor. Ancak ekonomik krizlerin olduğu dönemlerde en büyük suçlu grup göçmenler oluyor. Bu sadece Avrupa’da değil dünyanın her tarafında böyledir. Avrupa Birliğince hazırlanan bazı raporlara göre Müslümanların neredeyse 3’te 1’i son 5 yılda ayrımcılığa uğramıştır. Ayrıca Müslüman katılımcıların yüzde 76’sının yaşadıkları ülkeye güçlü bir aidiyet beslediği görülmüştür. Bu çok önemli. Çünkü aşırı sağcılar ve popülist politikacılar sürekli bunun aksini söylüyor” diye konuştu.

“Seküler Avrupalılar şaşkınlık yaşıyor”

Avrupa’da yaşayan Müslümanları en derinden etkileyen konunun İslam adına yapılan terör saldırıları olduğunu belirten Aygün, 2019’da Avrupa’da kaydedilen engellenmiş, başarısız olmuş veya gerçekleştirilmiş 119 terör saldırısının 21’inin İslam adına gerçekleştirildiğini aktardı. En çok can kaybı ve yaralanmaların da bu 21 saldırıda meydana geldiğini söyleyen Aygün, bunların da halklarda korku ve endişeye, entelektüel kesim arasında ise şaşkınlığa yol açtığını anlattı. Modernleşme teorilerine göre Avrupa’nın günümüzde büyük oranda sekülerleştiğinin kabul edildiğini kaydeden Aygün, ancak dünyanın diğer bölgelerinde dinin büyük ölçüde etkisini koruduğunu, bu nedenle Avrupalı entelektüellerin şiddet ve terör eylemleri dolayısıyla şaşkınlık yaşadığını aktardı.

“İdeoloji, yakın çevre etkisi ve ötekileştirme radikalleşmeyi doğuruyor”

Şiddet eylemlerinin din temelli olup olmadığı konusunda sosyal bilimcilerin oluşturduğu farklı teorilerden de bahseden Aygün, “Bu konudaki üç yaklaşımdan ilki sorunu makro düzeyde açıklıyor. Sosyoekonomik ve politik koşullarla ilişkilendiriyor. Sosyal adaletsizlik, ırkçılık gibi faktörler burada öne çıkıyor. Bu faktörler bir ideolojiyle desteklenmeye daha müsait oluyor. Dolayısıyla kişiler şiddet içerikli ideolojik fikirlere daha açık oluyorlar. İkinci yaklaşım ise aynı düşünen insanlar arasındaki etkileşimler, yani yakın çevrenin kişileri etkilemesi. Çevre etkisi radikal gruplara yakınlaştırabiliyor. Bireysel düzeydeki yaklaşımlardan olan üçüncü yaklaşım ise şiddet fenomenini hayat hikayeleri üzerinden psikopatolojik ve sosyopsikolojik açıdan açıklıyor. Toplumdan dışlanma ve ötekileştirme halinde dinin unsurları kişiye bir çıkış sunuyor. Bu insanların bir hayat hikayeleri var. Bu hikayeler bireylerin birbirleriyle empati kurmasını sağlıyor. Bireyler bu nedenle dini değerleri kullanarak şiddete başvuran radikalleşmiş kişilere kolayca katılabiliyorlar” şeklinde konuştu.

Kimlik krizinden cihatlaşma aşamasına

Gençleri şiddete götüren süreci de anlatan Aygün, “Gençlerin bir yol haritası var. Sıfıra düşmüş hayat noktasından şiddet eylemine düşme noktasına kadar yapılan çalışmalarda, kişi kimlik kriziyle mücadele içerisindedir. Ayrımcılık ve yaşam koşulları burada önemli faktörler. Bu aşamada daha çok buluşma yerleri öne çıkıyor. İnternet burada çok önemli. Okul, gençlik kulüpleri ve hapishaneler de radikalleşmede önemli. Sonraki aşama kendini tanımlama aşaması. Kişi kendini yeniden yapılandırma sırasında inançlar arasında geçiş yapabiliyor. Cihatın yüceltilmesi, İslam-Batı ikilemi ve karizmatik kişi etkisi tetikleyici oluyor. Diğer aşama ise önceki yaşamdan uzaklaşma aşaması. Burada şiddet eylemleri için harekete geçme isteği oluşur. Son aşama, Almanca literatürde cihatlaşma aşaması olarak ifade ediliyor” diye konuştu.


22.416 kez görüntülendi.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.