Vahhabiler Kendilerini Benimsemeyen İnsanları Ötekileştiriyor

Vahhabiler Kendilerini Benimsemeyen İnsanları Ötekileştiriyor
22.03.2016
906
A+
A-

Prof. Dr. Yıldırım: “Vahhabiler, Vahhabiliği benimsemeyen insanları ötekileştirmektedirler”

Vahhabilik düşüncesinin ideolojiye dönüştürüldüğünü belirten Prof. Dr. Ergün Yıldırım, “Vahhabilerle birleşen Suud kabilesi, diğer kabilelere yaptığı saldırılara, talana cihat adını vermiştir. Müslümanların kendi aralarındaki kavga cihat olamaz. Vahhabiler, Vahhabiliği benimsemeyen insanları ötekileştirmektedirler” dedi.

Geleneksel SASGEM konferanslarına bir yenisi daha eklendi. Bu haftaki konuk Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ergün Yıldırım’dı.

Hukuk Fakültesi Konferans Salonunda gerçekleştirilen “Üç Teoloji Üç Sosyoloji: Selefilik, Vahhabilik ve Cihadilik” konulu konferansta konuşan Yıldırım, konferansın başlığını oluşturan meselenin bugün dünyada, çevremizde ve Ortadoğu’da çok konuşulan ve üzerinde çok durulan bir mesele olduğuna dikkat çekti.

Öncelikle bu akımların neden önemli olduğu ve konuşulduğu sorusunu cevaplamak istediğini belirten Yıldırım, sözlerini şöyle sürdürdü: “Üç sosyoloji ve üç teoloji birbiriyle bağlantılı konular olduğundan birlikte incelenmelidir. Amerikalı ve Avrupalı sosyal bilimciler, İslam dünyasındaki son elli yıllık gelişmeler konusunda indirgemeci birtakım kavramlar kullanmıştır. Mesela, 1980’lerde fundamentalizm adlı bir kavramı ortaya çıkarmışlar. Ünlü sosyologdan biri olan Castells, bir eserinde İslami hareketleri fundamentalizmle bağdaştırmıştır. Her ne kadar doğru? İslam dünyasında birtakım kaos ve karışıklıkların yaşandığı gerçek olsa da bunlara karşı durma, önlem alma çabalarının var olduğu da açıktır. Bu nedenle bunları fundamentalizm gibi bir kavrama indirgemek ve anlamaya çalışmak doğru değildir. İkinci olarak, bu üç akım Avrupalı sosyal araştırmacılar tarafından indirgenerek ve daha çok stratejik bakış açısıyla ele alınır. Üçüncü olarak, bu konular bizim meselemizdir bunun için konuşmalıyız.”

Selefilik yanlış biliniyor

Selefilik kavramında da çok ciddi indirgemeler söz konusu olduğunu kaydeden Yıldırım, şunları söyledi: “Örneğin yapılan birçok araştırmada İbn Tevmiye’den Muhammed Abdullah’a Seyyid Kutub’dan Raşid el Gannuşi’ye kadar birçok figür birçok hareket El Kaide, IŞID gibi yapıların tarihsel arka planı olarak görülüyor. Bunların Selefi olduğunu söyleyip bizleri yanlışlarla karşı karşıya getiriyorlar. Oysa biz kendi literatürümüze baksak böyle olmadığını görürüz. Mesela, Süleyman Uludağ’ın “İslam Düşüncesinin Yapısı” adlı eseri, ilk defa 1973 yılında basılan kitabında selefiliğin ne olduğu açık ve net bir biçimde ortaya koyulmuştur. Kendi adıma İslam tarihine bakarak çoğul selefilikler olduğunu söyleyebilirim. Sadece IŞID’e, El Kaide’ye bakarak bu kavrama yönelen biri değilim.”

Birçok farklı selefi akım vardır

Selefiliği anlamak için onun birçok boyutuna dikkat edilmesi gerektiğine işaret eden Yıldırım, şöyle devam etti: “Bu boyutlardan birine göre selefilik, İslam tarihinin ilk üç yüzyılında gelişen birikimleri tanımlamak için kullanılır. Bir diğerinde selefilik için Ehli Hadis kavramı kullanılır.  Ahmet bin Hanbel gibi hadisi temel alarak İslam düşüncesini yorumlayan akım olarak görülür. Bu boyuttaki Selefilik, İslam’ın ilk üç yüzyılını ve sahabe dönemini önemser, öze dönüşü öne çıkarır. Bidat ve hurafe eleştirisinde bulunur. ‘İslam, Mezopotamya’da Zerdüştlük, Hint dünyasının birtakım fikirleri, Greklerin felsefeleri, Orta Asya’nın şaman geleneği gibi unsurlarla karşılaştıkça, asıl özünden uzaklaşıyor ve hurafeler oluşuyor’ düşüncelerini taşır. Başka bir selefilik biçimi, çağdaş İslam düşünürleri arasında ortaya çıkmaktadır. Bir Mehmet Akif, bir Cemalettin Efgani, bir Said’i Nursi… Bu insanların metinlerinde İslam’ın ilk dönemi öne çıkar, bidat ve hurafe eleştirilir ve bu defa Zerdüştlük, Greklik yerine Avrupa’dan gelen birtakım materyalizm, pozitivizm gibi akımlar ve onlara karşı tavırlar geliştirilir. Bir başka Selefilik yaklaşımı da tasavvufta karşımıza çıkar. İslam’ın aslına giderek Hint kültürünün bidat ve hurafelerine karşı İslam’ı yenileme, ıslahat çalışmaları gerçekleştirme amaçlanır. Son olarak Selefiliğin bir diğer tarzı olan ve bugün bizim için ciddi sıkıntılar oluşturan Vahhabi Selefiliği vardır. Sert, dışlayıcı, mahkûm edici bir selefiliktir. İnsanları iyilik yerine kötülüğe davet eder. Katı bir hadis teolojisini benimser. Bidat ve hurafe eleştirisini sadece Müslümanlara yönelik yapar. Gayrimüslimlere, batıl mezheplere, İslam medeniyetine taarruzda bulunan fikir ve sapkın görüşlere karşı yapmaz.”

Vahhabi olmayanlar ötekileştiriliyor

Vahhabiliğin teolojisine bakıldığında çok basit, açık ve net bir teolojisinin olduğunun görüldüğünü söyleyen Yıldırım, şunları kaydetti: “Muhammed bin Abdullah’ın Tevhit risalesinde tevhit, olumsuzluklarla anılmış, yalın ve basit (düşündürmeyip sadece itaate yönelten) bir şekilde anlatılmıştır. Anılan eserde Müslümanlıktan çıkmanın on yolu gibi şeyler anlatılmıştır. Oysaki şimdiki ilmihal ve fıkıh kaynaklarımızda hep İslam’a girmenin yolları anlatılır, çıkma ikincil plandadır, birlik olmaktan bahsedilir ve asıl tevhit budur. Dolayısıyla bu yaklaşımı benimseyen insanlar, kendileri dışındakileri küfürle itham etmektedirler. Hâlbuki Ehli Sünnet anlayışına göre Müslümanın ötesi, inanmayanlardır, kâfirlerdir. Ancak Vahhabilik düşüncesi merkezinde tevhit, ideolojiye dönüştürülmüş bir teolojidir. Bu teolojinin ötekisi, Vahhabi olmayan Müslümanlardır. Vahhabilik, 18’inci yüzyılda Necd bölgesinde ortaya çıkmıştır ve en büyük destekçisi Suud kabilesidir. Necd bölgesi; sert, Arabistan’ı çevreleyen ve dünyayla ilişki kurmasını sağlayan kavşaklardan kopuk olan, kabilelerin birbirleriyle sürekli kavga ettiği bir coğrafyadır. İbn-i Haldun’un sosyolojisiyle bakarsak böyle bir coğrafyanın şartları bedevilikle bütünleşir, insanları ayakta kalmak için talancılığa sürüklemiştir. Vahhabilerle birleşen Suud kabilesi, diğer kabilelere yaptığı saldırılara, talana cihat adını vermiştir. Oysa İslam tarihi gösterir ki Müslümanların kendi aralarındaki kavga cihat olamaz. İbni Suud bir İngiliz diplomatla görüşür ve ‘Sizler Ehli Kitap’sınız. Vahhabilerin nefretine hedef olan müşriklerden veya kâfirlerden değilsiniz’ der. Bu sözden de anlaşılacağı üzere Vahhabiler, Vahhabiliği benimsemeyen insanları ötekileştirmektedirler.”

Petrolün keşfi ve kullanımıyla birlikte Vahhabilerin yerleşik hayata geçip dünyevileşmeye ve yozlaşmaya başladığını anlatan Yıldırım, “Bunun önüne geçmek için 1970’lerde Kral Faysal, yeni bir İslamcı siyaset geliştirdi ve İslam dünyasını birleştirici projelere katıldı. Ancak bilindiği üzere Kral Faysal bir suikasta kurban gitti” dedi.

Cihad bugün şiddet ve savaş stratejisine dönüştü

Cihadın, El Kaide’nin veya IŞID’in kendilerini tanımlama biçiminde merkezi bir konseptte yer aldığını kaydeden Yıldırım, “İslam’la İslamizm nasıl aynı şey değilse, cihadla cihadizm de aynı değildir. Cihad, İslam tarihine bakılarak, ya fetih hareketleri olarak bir devletle hukukla gerçekleşir ya da kendi topraklarını korumak için Müslümanların fiziki ve aynı zamanda malla, canla, kalemle Allah için yapılan mücadeleleridir. Bu tanımdaki cihadla bugünkü cihadizm hareketleri uyuşmamaktadır. Çünkü cihadizm anlayışını benimseyenler, cihadı bir akide olarak, sadece fiziki mücadele ve savaş stratejisi olarak görmektedirler. El Kaide’nin ikinci büyük lideri, içinde cihad kelimesi geçen bir örgütün lideriydi daha önce. İşte ekonomik eşitsizlikler, siyasal düzenlerin temsile yer vermeyen katı hegemonyaları nedeniyle bugün insanlar silaha, şiddete, illegal yollara yönelmekteler ve bu nedenle de bizler aslında selefilikten beslenen cihadist düşünceler taşıyan ve bunu daha sonra şiddet eylemlerine yönelten grup ve liderlerle karşı karşıya kalmaktayız” ifadelerini kullandı.

Avrupa’da yapılan araştırmalara göre, cihadist hareketlere katılan gençlerin çoğunun kültürel, entelektüel, ilmi İslami eğitimden geçmeyenlerden oluştuğunu kaydeden Yıldırım, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye’deki cemaatlerin eğitiminden geçenlerin bu tür faaliyetlere katılmadıklarını ve özellikle de aniden Müslüman olanların, aniden hidayete erenlerin bu tür hareketlerden etkilendiklerini söyleyerek konuşmasını sonlandırdı.

Konferans bitiminde dinleyicilerin sorularını da yanıtlayan Yıldırım’a hediyelerini SAÜ Fen Edebiyat Fakültesi öğretim üyeleri Prof. Dr. Tayfun Amman ve Mustafa Kemal Şan takdim etti.

22-03-2016 / ST

 
906 kez görüntülendi.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.