Roman Dilinde Siyaset ve İktisat

Roman Dilinde Siyaset ve İktisat
19.04.2018
1.124
A+
A-

Sakarya Üniversitesi Akademik ve Sosyal Gelişim Merkezi’nin (SASGEM) düzenlediği Çarşamba Konferanslarının bu haftaki konuğu, İstanbul Şehir Üniversitesi öğretim üyesi Mustafa Özel oldu.

SAÜ Hukuk Fakültesi Konferans Salonunda gerçekleşen program “Roman Dilinde Siyaset ve İktisat” başlıklı konu ele alındı.

Romanın öneminden bahsederek konuşmasına giriş yapan Mustafa Özel, şöyle devam etti: “Büyük mühendislerin hayatları zaten roman gibidir kesinlikle. Hayal güçlerini geliştirmek için bilinçleri çok ciddi bir şekilde kullanırlar. Kurgu ille de roman olması gerekmez, başka türlü hayal gelişmiyor. Biraz önce aslında sosyoloji diye okuduğunuz, siyaset bilimi diye okuduğunuz, iktisat diye okuduğunuz her şeyin romandan farksız olduğunu anlatacağım, onlar da kurgusal anlatılar.”

Romanın problemleri

Roman ile tarih alanlarının ortak noktalarından da söz eden Özel, “Romanı hor görüyorsunuz, roman değil biraz böyle duygusal bir hikâye, insanoğlunun duygu değerleri düşük tarafı mı? Kötü tarafı mı? Bir bu problemimiz var. İkincisi roman sadece duygulardan ibaret değil. Büyük romancıları ben büyük kâhinlere benzetiyorum ya da şöyle diyeyim tarih gerçekleşmiş romandır, roman geçmişte ve gelecekte gerçekleşebilir olan tarihtir. Büyük romancıların hemen hemen geleceğin tarihini yazan adamlar olarak görüyorum. Roman okumadığınız zaman neler kaybettiğinizin farkında değilsiniz” diye konuştu.

Avrupa’nın emellerine göre bölünen ve birleşen uluslar

Ulus ve ulusçuluk kavramlarının ortaya çıkış amaçlarından da söz eden Özel, şunları söyledi: “Biz bölünmüş bir toplumuz, aynı anda ulus diyoruz, ulusçuluk diyoruz, millet diyoruz, milliyetçilik diyoruz, bunları çoğu zamanda birbirinin yerine kullanıyoruz. Peki, hangi kullanım doğru? Bu soruya cevap verebilmemiz için tarihe müracaat etmekten başka çaremiz yok. Yani Avrupalı ulusları nasıl ortaya çıktılar? Biz nasıl ulus olduk yahut olamadık?

1518 yılında bugün Ortadoğu adını verdiğimiz takriben 30 tane ulusun olduğu coğrafyada bir büyük siyasi organizasyon vardır. Bugün Avrupa dediğimiz 30 kadar ulusun yer aldığı coğrafyada bin 500 siyasi organizasyon vardır. Feodalite adını verdiğimiz bir sosyoekonomik düzen hâkimdi. Birtakım büyük devletler olsa dahi gerçek siyasi erk feodal beylerin, soyluların elindeydi. Bunların sayısı da bin 600’ü buluyordu. Bizim bölgemizde bir, Avrupa’da bin, Afrika’da on bin siyasi organizasyon; beş yüz yıl sonra Ortadoğu da otuz, Avrupa da otuz, Afrika’da otuz… Demek ki bu uluslar günümüzün çağdaş realitesi birbirinin benzeri değil. Buradaki uluslarla Afrika’daki uluslar, Avrupa’daki başarılı uluslaşmanın bir fonksiyonu olarak ortaya çıktılar. Avrupa’da ulusluk bir entegrasyon sürecidir, bir bütünleşme sürecidir. Dolayısıyla bir yükseliştir, bir güçlenmedir, bir başarı hikâyesidir. Avrupalıları da bu açıdan kutlamak lazım.

Bizde bir düşüştür, bir parçalanmadır. Biz birden otuza parçalandık. Afrika bir başarı hikâyesi gibi görülebilir, çünkü on binin üzerinde kabile 30 tane ulus çıkarabilmiş oldu. Ama kendileri çıkaramadılar maalesef. Yani Nijerya’da 250 ayrı dil konuşuluyordu. İngilizler geldi onları Nijerya ulusu yaptılar ve dillerini de kimsenin doğru dürüst anlamadığı karışık bir dil oldu, pratikte de İngilizce oldu. Dolayısıyla Afrika’da ki bütünleşme kendi iradeleriyle meydana gelen bir bütünleşme değil, Avrupalı sömürgecilerin emellerine uygun bir bütünleşme oldu.

Şöyle ifade edeyim, Osmanlı çok büyüktü, emperyalistin midesine otururdu, dolayısıyla onun parçalanması lazımdı, Afrika kabileleri de çok küçüktü, her biriyle ayrı ayrı uğraşmak yerine bunları bütünleştirdiler ki her birini rahatlıkla kontrol edebilsinler. İstedikleri şuydu; bir Afrika devleti içerdeki asilere boyun eğdirecek kadar güçlü olmalı. Avrupa’da ki efendiye karşı çıkamayacak kadarda güçsüz olmalı. Şu anda Türkiye’ye yapılmak istenen budur.

Unutarak ulus hatırlayarak millet oluruz

Ulus, millet değildir. Unutarak ulus, hatırlayarak millet oluruz. Avrupa’da ulusluk küçük yapıları büyütmekle, genişletmekle, güçlendirmekle ilgileniyorlar. Bizde bunun tersi. Küçük bir yapıları büyük bir yapıya dönüştürmeniz için temel strateji yakın geçmişi unutmaktır. Herhangi bir toplum yakın geçmişine sünger çekemezse ulus haline gelemez.

Mesela Roma Devleti yıkıldıktan sonra İtalya paramparça oldu. Şehir devletleri halinde yaşamaya başladılar ve birbirleriyle de mücadele ediyorlardı. 19. yüzyıla kadar birleşemezsek, büyük bir İtalyan birliği kuramazsak mahvoluruz. Peki, birliğe giderken her bir şehir kendi kahramanlarını, kendi değerlerini, kendi tarihlerini dayatsa böyle bir millet olabilir mi? Temel mesele, yakın geçmişi unutup oradan doğan boşluğa uzak bir geçmişten malzeme taşımaktır.

Bir ulus kurmaya çalışıyorsunuz ve sultan olmaz, padişah olmaz, cumhuriyet olsun. Ben şahsen cumhuriyete geçmekten haz duyuyorum. Ama bu cumhurun bir de başı olması lazım. 90 yıl cumhura başını seçtirtmedik, niye? Hadi ilk beş on yıl alışma devresi olsun. 90 yıl boyunca bu cumhura denildi ki, sen cumhurun başını doğrudan seçemezsin. Kapalı kapılarda, mecliste pazarlıklarla seçmeye çalıştılar.

90 yıl sonra doğrudan ilk defa seçim yapıldı hatırlayın. Seçimde iki ulusçu parti CHP ve MHP dediler ki AKP medeniyetçi bir parti, güçlü ikimiz ancak onu dengeleyebiliriz. İki ulusçu parti bir ortak adayda birleştiler, çok rasyonel bir adım attılar, ama ulusçu bir adım atamadılar. Çatı adaylarının adını bile telaffuz edemiyorlardı. İki ulusçu parti ulusçu bir aday gösteremediler, gösterirsek bu toplum onu seçmez dediler. Bu ne demek? Ulus olamadık demek. Dönüp kendimize sormamız lazım niye ulus olamıyoruz? Ulusluk kötü bir şey değil. Ulusluk Avrupa tarihinde bir başarıdır, bir yükseliştir, ama bizde büyük bir yapıdan küçük bir yapıya düşüştür.

“Ey Türk modern olmak istiyorsan şeytanın hakkını ver ama bunu öyle usturuplu yap ki Cenab-ı Hak gücenmesin”

Roman bütün sosyal bilimlerin kesişme alanı. Büyük romancılar asla es geçilecek şeyler yazmaz. Bir örnek vereyim, biri var kral Arthur’un sarayında Amerikalı. 1893 yılında yazılmış onu 300 yıl geriye gönderiyor. Yani 19. yüzyılın sonlarındaki Batılı kapitalist kafayla İngiltere’ye gidiyor, tabi o zamanlar Amerika yok. Bir Mevlevi dergâhına benzetebileceğimiz bir dergâha gidiyor. Bir derviş var kendi etrafında sürekli dönüyor, ibadeti öyle. Bu kapitalist Amerikalı bakıyor, saat tutuyor. 6 dakikada 4 bin 200 bilmem kaç tur dönmüş. Güzelce hesaplıyor, sonra ona bir kablo bağlıyor, kabloyu dikiş makinasına bağlıyor. Bir yılda on sekiz bin tane gömlek üretiyor, sonra reklam kampanyası düzenliyor. Aziz staylife gömlekleri, cehennem ateşine dayanıklı. Hiçbirimizde örnekleri yok değil mi.

Medeni insan, doğru söylememektir. Don Kişot’un bir sözü şudur: ‘Öylesine bozulmuş bir çağdayız ki, hakikati ancak bir deli hissedebilir ve onu ancak bir deli dile getirebilir.’ Bu size bir hadisi şerif-i hatırlatmıyor mu? Öyle bir zaman olacak ki dinde onlara hakikati anlattığınız zaman size deli diyecekler, siz de galiba bunlar Müslüman değil diyeceksiniz.”

Programa Mustafa Özel’e hediyeleri taktim edilerek son verildi.

19-04-2018 / ST


1.124 kez görüntülendi.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.