Türkiye’de Kimlikler Siyaseti

Türkiye’de Kimlikler Siyaseti
01.05.2016
988
A+
A-

Geleneksel SASGEM (Sakarya Üniversitesi Akademik ve Sosyal Gelişim Merkezi) konferanslarının bu haftaki konuğu Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Karakaş oldu. SAÜ Hukuk Fakültesi Amfisi’nde gerçekleştirilen  ‘Türkiye’de Kimlikler Siyaseti’ isimli konferansında Karakaş, Türkiye’de kimlikler siyasetinin ortaya çıkışını ve gelişimini değerlendirdi.

Kimlikler siyaseti konusunu Osmanlı’dan günümüze kadar uzanan boyutta ele alan Prof. Dr. Karakaş, “Öncelikle kimlik kavramı, toplumsal ve bireysel anlam dünyalarında önemli belirleyici referanslardan biridir. Bu anlamda da kimlik, çeşitli toplumsallaşma süreçlerinde önemli işlevler üstlenen kimi kurgusallıklar ve gerçekliklere dayanır. Toplu yaşamanın bir sonucu olarak kimlik belirtme hem benzeşmenin hem de farklılaşmanın referans kaynağıdır. Modernite, kimlik konusunda tam anlamıyla bir kırılmadır. Çünkü moderniteyle birlikte kimlik kurguları, siyasi topluluklar üzerinden siyaseten mensubiyeti ifade eder hale gelmiştir. Modernitenin daha sonraki farklı aşamalarında veya günümüz zaman dilimi içerisinde ise kimlik, bizzat siyasetin kendisi ve siyaset üretmenin aracı haline dönüşmüştür” ifadelerini kullandı.

Türkiye’de kimlikler siyasetinin ortaya çıkışını ve gelişimini değerlendiren Prof. Dr. Karakaş, “Osmanlı’dan günümüze kimlikler siyaseti etrafında şekillenen politikalara baktığımızda kimliklerin siyasal yapıyı belirleyici bir faktör oldukları ve daima siyasal değişim dinamiği olarak işlev gördükleri gözlenmektedir. Avrupa’da Fransız Devrimi ile ortaya çıkan milliyetçilik akımıyla birlikte o dönemde imparatorluklar, önemli sıkıntılarla karşı karşıya kalmışlardır. Özellikle ulusal bağımsızlık süreçleri, imparatorlukların parçalanmalarına ve ulus devletlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Osmanlı ise bu akım karşısında hem entelektüel düzeyde hem de bürokratlar düzeyinde önlemler almaya başlamıştı” dedi.

Osmanlı’nın Milliyetçilik rüzgârının ortaya çıkardığı milli kimliğe karşılık verebilecek ve Osmanlı’daki farklılıkları bir arada tutabilecek bir kimliğe ihtiyaç duyduğu belirten Karakaş “Bu amaçla Osmanlı kimliği oluşturuldu. Bu kimliğe de siyasal ve toplumsal içerik kazandırılarak bir bilinç oluşturulmaya çalışılmıştır. Osmanlıcılık siyaseti üzerinden Osmanlı kimliği girişimi yapılmış ve böylece Türkiye’deki kimlikler siyasetinin fitili ateşlenmiştir. Osmanlıcılık siyasetinden sonra İslamcılık, Batıcılık, Türkçülük, Adem-i Merkeziyetçilik gibi ortaya çıkan siyasal akımların her biri, ayrı bir kimlik inşasının zeminini oluşturmuştur. Yusuf Akçura, 1904 yılında yazdığı “Üç Tarzı Siyaset” adlı makalesinde bu kimlikler siyasetini analiz etmiştir” diye konuştu.

Osmanlı’daki kimlik siyasetlerinden bahseden Karakaş sözlerini şöyle sürdürdü:

“Osmanlıcılık siyaseti, Osmanlı’nın kimlik konusundaki klasik ve uzun soluklu siyasetinin eksen değiştirmesi anlamına gelir. Osmanlı milliyetçilik rüzgarlarının estiği o döneme kadar yerel bir kimlik siyaseti yürütüyordu. Osmanlıcılığı savunan aydınlar, imparatorluğun devamını sağlama amacı güdüyorlardı. Osmanlı kimliği anlayışı, Ali Paşa’nın ölümü ve Mithat Paşa ekibinin tasfiyesiyle tamamen yok olmasa da zayıflayarak yerini, İslami kimlik üzerinden siyasetin yürütülmesi düşüncesine bıraktı. İslamcılık politikası özellikle İkinci Meşrutiyet sonrasında etkili olmuş ve günümüze değişik evrelerden geçerek ulaşmıştır. Panislamizm ise daha çok Abdülhamit’in siyasi taleplerini içeren bir düşünce olarak ortaya çıkmıştır. Panislamizm’le şekillenen İslamcılık, imparatorluğun ömrünü uzatmak amacıyla oluşturulmuş, yeni bir kimlik siyasetinin temelini oluşturmuştur. M. Akif, Filibeli Ahmet Hilmi, Eşref Edip gibi isimler Abdülhamit’in Panislamizm politikasını ciddi şekilde eleştirmiştir. İslamcılık, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra zayıflamaya başlamıştır.1950’lere kadar İslamcılık anlayışı Cumhuriyet ideolojisi açısından bastırılan ve dışlanan bir ideoloji, Cumhuriyetin kuruluş ötekilerinden biri olarak görülmüştür.”

Kimlikler siyasetinin bir diğer unsurunun da Türkçülük olduğunu belirten Karakaş, bu anlayışın Birinci Dünya Savaşı sırasında güç kazandığını söyledi. Karakaş devamla şunları ifade etti: “Türkçülüğün hem kültürel hem de siyaset üretme aracı olarak ortaya çıkmasında Orta Asya kökenli düşünürlerin çok büyük bir rolü vardır. Bunların arasında Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Hüseyinzade Ali sayılabilir. Ziya Gökalp ise Türkçülüğü sistemleştirmeye çalışmış, “Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaşmak” formülüyle kendi Türkçülük anlayışını ifade etmiştir. Türkçülük, nüfusun benzeşliği ve etnik saflığı üzerine oturtulmuş ve Türk milli kimliği anlayışına dönüşmüştür.1940’lı yıllara kadar saf milli Türkçülük anlayışı hâkimken 1940’lardan sonra Turancılık akımı etkileri görülmüştür.1960’lardan sonra ise Türk-İslam sentezinden oluşan bir anlayış ortaya çıkmıştır. Alparslan Türkeş, Necip Fazıl, Osman Yüksel Serdengeçti gibi isimlerin konuşma ve yazıları bu anlayışın şekillenmesinde etkili olmuştur.”

Osmanlı Türkiye’sinde çoklu kimlik anlayışının etkili olduğunu kaydeden Karakaş, “Osmanlıcılık kimliğiyle başlayan Türkiye kimlikler siyaseti arasında İslami kimlik, Türk kimliği ve Batılı kimliği güçlü şekilde temayüz etmiştir. Bunların yanında liberal ve sosyalist eğilimler de mevcuttur. Osmanlı Türkiye’sinde çoklu kimlik anlayışı etkiliyken Cumhuriyet döneminde tekçi kimlik anlayışı egemendir. Buna rağmen içsel ve örtülü kimlikler de varlığını korumuştur” diye konuştu.

1980 sonrası Türkiye’sinde kimlikler siyasetinin geçmişteki karakterine benzeyen ama ondan da belli ölçülerde farklılaşan bir manzara sergilediğini belirten Prof. Dr Mehmet “Bu dönemdeki konjonktürel gelişmelerle birlikte özellikle Kemalist modernleşme programına yönelik eleştiriler Kemalist pandora kutusunu açmış ve kutudan İslamcılık, Kürtçülük, Alevilik ve azınlıklar gibi resmi söylemin ötekileri, daha önce bastırılan kimlik siyasetleri ortaya çıkmıştır” diye konuştu.

Prof. Dr. Karakaş sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu dönemde iki eleştiri odağı bulunmaktadır; Modernleşme politikalarının belirlediği laiklik anlayışı ve üniter yapı anlayışını ortaya çıkaran ulusal kimlik politikası. Bu eleştiriler, daima rejime yönelik olarak algılanmış ve diğer kimlik anlayışlarına karşı sert önlemler alınmıştır. Bu süreçte aynı zamanda karşıtlıklar ve çatışmalar sonucunda iki önemli eksen karşımıza çıkar; Laik-anti laik karşılaşması ve Türk-Kürt çatışması. Bu dönemde din eksenli kimlik talepleri ve dinlere dayalı siyasal arayışlar, yükselişe geçmiştir. Özellikle İslamcı kimlik, kimlikler siyasetinin ana eksenlerinden biri olarak karşımıza çıkar. Bu süreçte modern olanla İslami olan arasında sonu gelmeyen etkileşim ve karşılaşma zeminin de oluştuğu görülmektedir. Din eksenli kimliklerin yükselişe geçtiği bu dönemde, İslam’ın alt kültür grubu, yeni bir kimlik kurgusu ve talebi olarak ortaya atılan Alevilik anlayışıyla karşılaşılır. Türkiye’de etnik kimlik tartışmalarının odağında ise Kürt sorunu bulunmaktadır. Kürt kimliği üzerinden yapılan kimlik siyaseti, Türkiye toplumu açısından en duyarlı sinir uçlarında dolaşmaktadır. Sonuç olarak, günümüz Türkiye’sindeki gelişmeler, kimlik siyaseti zemini üzerinde şekillenmeye devam etmektedir. Sorunlar-çözümler, çatışmalar uzlaşmalar da bu zemin üzerinde gerçekleşmektedir.”

Prof. Dr. Mehmet Karakaş, konferansın sonunda katılımcıların sorularını yanıtladı. Karakaş’a daha sonra Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Mustafa Kemal Şan tarafından hediye takdim edildi.

29/04/2016 – SASGEM/HAY
988 kez görüntülendi.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.